Sita, hayatını olağan bir şekilde sürdürürken, bir gün şiddet dolu bir eylem sonucu anne ve babasını kaybeder. Bu trajik kayıp, onu derin bir boşluğa itmekle kalmaz, aynı zamanda ölülerin ve doğaüstü işkencelerin varlığına dair her şeyi sorgulamasına sebep olur. Sita, ölümün ardından gelen acı ve cezanın gerçek olmadığına inanarak, kaybettiği aile üyelerinin ruhlarının huzura kavuşacağı bir çözüm arayışına girer.
Ölüme dair tüm inançları reddederek, ona göre bu karanlık bir yanılsamadan ibarettir. Kendini bu saplantı içinde kaybederken, karanlık bir yolculuğa adım atar. Her adımda, kaybolan insanların ruhlarını aramak ve onlara gerçek huzuru sunabilmek için gücünü zorlar. Bu arayış, onu doğaüstü güçlerle karşı karşıya getirir, ancak bu güçler, her şeyin daha karmaşık ve korkunç olmasına neden olacaktır.
Sita'nın hikayesi, ölüm ve acının ötesine geçme çabasıyla şekillenir. Hem içsel bir çatışma hem de korkunç bir gerçeği keşfetme yolculuğu olur. Doğaüstü inançları yıkmaya çalışan bu karakterin, karanlıkta kaybolmuş ruhlarla yaptığı mücadelesi, ölümün ötesinde bir gerçeği ve bu gerçeğe ulaşmanın bedelini sorgulayan bir keşfe dönüşür. Hem kendisiyle hem de kaybolmuş ruhlarla yaptığı bu içsel savaş, onu çok daha derin ve karanlık bir yola sürükleyecektir.