Mehmet, sert mizaçlı, kuralcı ve duygusal olarak mesafeli bir polisti. Yıllarca sokaklarda, karanlık dünyaların içinden geçerken, sert tutumu ve azmiyle tanınmıştı. Ama ne kadar güçlü ve kararlı olsa da, bazı davalar onu unutamayacağı kadar derinden etkilemişti. En büyük saplantısı ise, yıllardır çözülmeyen bir elmas soygunu davasıydı. Soygun, büyük bir soğukkanlılıkla gerçekleştirilmiş, tüm deliller sanki kaybolmuş gibiydi. O günlerden beri, Mehmet bu soygunun ardındaki gerçeği ortaya çıkarmak için her fırsatta uğraşmıştı. Ama soygunun baş şüphelisi, Arda, bir türlü elinden kaçıyordu.
Arda, karanlık geçmişi ve zekâsıyla tanınan bir adamdı. Herkes, onun bu tür işlerin arkasında olduğunu düşünüyordu ama hiçbir kanıt bulunamamıştı. Soygunun ardından, Arda’nın izini sürmek, Mehmet için bir takıntı haline gelmişti. Her gün, her saat, Arda’nın bir adım gerisindeydi. Mehmet, şüpheliyi takip ederken, geçmişteki hataları, yaşamındaki yalnızlık ve adaletin yerini bulmaması düşüncesiyle daha da içsel bir boşluğa sürüklendi. Sadece soygunun değil, kendi hayatının da hesaplaşmasını yapmaya başlamıştı.
Arda, her ne kadar çok dikkatli ve temkinli davransa da, Mehmet’in peşine takıldığına fark etmişti. Fakat bir türlü hareket etmeye cesaret edemedi. Çünkü Arda, Mehmet’in onu çözme saplantısının farkındaydı. Ve bir noktada, iki adam birbirinin içine hapsolmuştu. Mehmet, gece gündüz Arda’nın her adımını izliyor, her hareketini analiz ediyordu. Ama Arda da, kendine özgü bir tavırla, sanki bu kovalamacayı bekliyormuş gibi hayatına devam ediyordu.
Bir gün, Mehmet’in takıntısı nihayet zirveye ulaştı. Arda, bir şekilde Mehmet’in elinden kayıp gitmektense, onu bir araya gelmeye zorladı. Bir gece, Mehmet’i terk edilmiş bir depoya çağırdı. Mehmet, kendini bir av gibi hissetti ama aynı zamanda Arda’yı sona yaklaştıracağını da biliyordu. Bütün o yıllarca süren takibin ardından, nihayet karşı karşıya geldiler.
Depoda, sessizliğin içinde, Arda bir köşeden çıkıp Mehmet’e doğru yürüdü. İkisi de birbirine gözlerini dikmiş, karşılıklı bir gerilimle dolmuşlardı. Mehmet, yıllardır süren takibinin sonunda, bu anı bekliyordu. Arda, sakince gözlerinde bir gülümseme taşıyarak, "Beni yıllarca takip ettin, değil mi?" dedi. Mehmet, gergin bir şekilde "Sonunda seni yakaladım," diye cevap verdi. Ama Arda, "Yakalamak ne demek? Ben seni zaten çözdüm," diye ekledi. "Her şeyin bir nedeni vardır, Mehmet. Seninle birlikte çözmek için burada değilim."
Ve o anda Mehmet, Arda’nın ona meydan okuduğu kadar kendi içindeki karanlıkla da yüzleşmek zorunda kaldı. Soygun, Arda’nın gerçekte ne kadar masum olduğu bir yanıtı değildi. Sorun, Mehmet’in geçmişinde gizliydi. Her takıntılı adımda, Arda’nın gölgelerindeki suçluluk duygusunu görmek yerine, kendi hayal kırıklıklarını ve kayıplarını yansıttığını fark etti. Arda, aslında Mehmet’in geçmişindeki boşlukları simgeliyordu.
Sonunda, Mehmet, Arda ile ve kendi gerçekliğiyle yüzleşti. Arda, soygunun içinde olmadığını itiraf etti ama Mehmet’in adalet arayışı, ona katarsis yaşattı. Sonunda, Arda özgürdü, ama Mehmet için daha büyük bir keşif olmuştu: Bazen, bir suçluyu aramak, aslında kendi içindeki suçluluğu keşfetmekten başka bir şey değildir.
Mehmet, bu zor yüzleşmenin ardından, işine geri döndü, ancak takıntıları bir daha asla aynı olmayacaktı. Gerçek, suçlu ve masum arasında bir çizgi değil, iki adamın da kendi karanlıklarıyla yüzleştiği bir yoldan ibaretti.