Londra’da yılbaşı gecesi, Minnie ve Quinn’in hayatları birbirine dokunur. İkisi de tam otuz yıl önce aynı hastanede, yalnızca bir dakika arayla dünyaya gelmiştir. Ancak bu ortak başlangıca rağmen, yolları farklı yönlere savrulmuş ve yaşamları birbirinden bambaşka şekillerde gelişmiştir. Minnie, hayatta hep bir adım geride kaldığını hisseden ve başarısızlık korkusuyla boğuşan bir kadındır. Quinn ise karizmatik ve görünürde her şeyi yolunda giden bir adamdır, ancak o da kendi içsel mücadelelerini saklamaktadır.
Bu karşılaşma, onları birbirlerinden habersizce geçmişlerini sorgulamaya iter. Minnie için Quinn, hayatın ne kadar adaletsiz olabileceğini simgeliyor gibi görünürken, Quinn için Minnie, kendi hayatında eksik olan sıcaklık ve samimiyeti temsil eder. İlk başta ikisi de bu rastlantıyı görmezden gelmek ya da hafife almak ister. Ancak Londra’nın büyülü yılbaşı atmosferi, kaderin iplerini yeniden bir araya dokumakta kararlıdır.
Gece ilerledikçe, Minnie ve Quinn’in arasında yavaşça filizlenen bağ, onları hem birbirlerine hem de kendilerine daha dürüst bakmaya zorlar. Paylaştıkları sohbetler, sıradan anlar ve içten gülümsemeler, geçmişte yaşadıkları hayal kırıklıklarının yerini umut dolu bir meraka bırakır. Belki de bu gece, her şeyin yeniden başlaması için bir fırsattır. Belki de aşk, tam da hiç beklemedikleri bir anda kapılarını çalmıştır.
Yılbaşı ışıkları altında, hayatın karmaşık yolları ve küçük mucizelerle dolu olduğu bir kez daha kanıtlanır. Minnie ve Quinn’in hikâyesi, kaderin tesadüflerle harmanlanmış doğasını ve aşka her zaman bir şans verilmesi gerektiğini hatırlatır.
