Fernando, Fransız mutfağında ustalaşmış, yenilikçi ve titiz bir şef olarak İspanya’da kendine sağlam bir yer edinmiştir. Mutfaktaki her hareketi bir sanat eserine dönüşürken, yaptığı yemeklerle hem damaklara hem de ruhlara dokunmayı başarmıştır. Ancak tüm bu başarılarına rağmen, Fernando’nun hayatı monoton bir düzen içinde sıkışıp kalmıştır. Yaratıcılığına yeni bir yön vermek isteyen Fernando, bir gün kardeşi Alberto’nun davetiyle Salvador Dali’nin efsanevi köyü Cadaqués’e doğru yola çıkar.
Cadaqués’e adım atar atmaz, köyün büyüleyici atmosferi Fernando’yu etkiler. Burada yaşam, onun alışık olduğu şehir temposundan oldukça farklıdır; özgürlük, sanat ve ilham her köşeye sinmiştir. Bu köyde, Fernando’nun yolu sürrealist dahilikle dolu bir dünyada yaşayan Salvador Dali ile kesişir. Dali’nin kendine özgü yaklaşımı, hayal gücünün sınırlarını zorlayan düşünceleri ve sanatı, Fernando’nun mutfağına bakışını tamamen değiştirir.
Dali ile tanışması, Fernando’yu mutfakta sadece lezzet yaratmanın ötesinde, yemekleri birer sanat eseri olarak görmeye iter. Renklerin, dokuların ve duyuların bir araya geldiği yeni bir aşçılık anlayışı, Dali’nin sanatına duyduğu hayranlıkla şekillenir. Dali ise, Fernando’nun yemekleriyle sanatı arasındaki paralellikleri keşfeder ve bu beklenmedik dostluk, iki yaratıcı ruhu birbirine bağlar.
Fernando, Dali’nin öğretileriyle mutfağında sürreal bir yolculuğa çıkar ve bu yolculuk, onun yalnızca bir şef olarak değil, bir sanatçı olarak da kendini yeniden keşfetmesini sağlar. Bu deneyim, Fernando’nun hayatında ve kariyerinde bir dönüm noktası olur. Artık onun yemekleri sadece bir tat deneyimi değil, aynı zamanda bir hikaye, bir resim ve bir hayal olur.
Dali’yi Beklerken, sanat ve gastronominin iç içe geçtiği, ilhamın sınır tanımadığı, tutkunun ve yaratıcılığın izinde bir keşif hikayesidir. Fernando’nun yolculuğu, sadece bir şefin değil, hayallerini yeniden canlandıran bir insanın kendiyle buluşmasını anlatır.