Film, Amerikan tarihinin efsanevi haydutlarından biri olan Butch Cassidy’nin hayatının son dönemine ışık tutan, nostalji ve keşifle dolu bir hikaye sunuyor. Kendi ölümünü sahte bir şekilde organize ederek Bolivya’ya kaçan Cassidy, burada "James Blackthorn" adıyla sakin ve izole bir yaşam sürmektedir. Sam Shepard’ın hayat verdiği yaşlı Blackthorn, yıllar boyunca uzak durduğu geçmişiyle yüzleşmek ve bir zamanlar terk ettiği topraklara dönmek için bir yolculuğa çıkar.
Bu dönüş yolculuğu sırasında, kader onu genç bir soyguncuyla karşılaştırır. Hayatı boyunca suç ve kaçışla şekillenen Cassidy, bu genç adamda bir yandan eski günlerinin yankısını bulurken, diğer yandan ona rehberlik etmek için yeni bir fırsat yakalar. İkili arasında şekillenen bağ, hem dostluk hem de kuşaklar arası bir hikaye sunar. Genç soyguncu, Cassidy’nin geçmişini ve onu Bolivya’ya sürükleyen sırları öğrenirken, Cassidy de yılların getirdiği bilgelik ve pişmanlıkla yeniden insan ilişkilerine dahil olmayı öğrenir.
Film, Cassidy’nin Amerikan Batısı’ndan Bolivya’ya uzanan yolculuğunu, macera dolu bir anlatıyla işlerken, yaşlılık, pişmanlık ve ikinci şansların hikayesini de melankolik bir atmosferde ele alıyor. Cassidy’nin yalnızlığı, geçmişin gölgeleriyle birleşirken, bu son yolculuk hem onun efsanesine yeni bir katman ekliyor hem de insan ruhunun dayanıklılığını ve yeniden bağ kurma çabasını yüceltiyor. Blackthorn, sadece bir Western filmi değil, aynı zamanda bir yaşam muhasebesi ve geçmişle barışma öyküsü olarak dikkat çekiyor.
