Cecilia, Amerika’da sakin bir hayat sürerken aldığı beklenmedik davetle İtalya’nın pastoral manzaralarına doğru yola çıkar. Davet edildiği manastır, dışarıdan bakıldığında huzurun ve güzelliğin sembolü gibidir. Gösterişli yapısı, güler yüzlü rahibeleri ve kutsal atmosferiyle Cecilia’yı hemen etkiler. Ancak bu büyüleyici ortamın ardında, yüzeyin altına gizlenmiş bir karanlık yatmaktadır.
Manastırın gündelik hayatına uyum sağlamaya çalışan Cecilia, burada yaşanan garip olaylarla karşılaşmaya başlar. Geceleri duyduğu fısıltılar, koridorlarda gördüğü gölgeler ve diğer rahibelerin davranışlarındaki gizem, huzur bulmaya geldiği bu yerde bambaşka bir gerçekle yüzleşmesine neden olur. Zamanla, manastırın tarihiyle ilgili rahatsız edici gerçekler su yüzüne çıkar. Mekânın, yıllar boyunca birçok lanete ve karanlık ritüele sahne olduğunu öğrenen Cecilia, kendisini bir kabusun içinde bulur.
Manastırın dışarıdan sunduğu masum görüntünün, içine girdikçe yerini korkunç sırlarla dolu bir labirente bırakması, Cecilia’yı sınırlarını zorlayacak bir mücadelenin içine sürükler. İnanç ile korku, umut ile çaresizlik arasındaki bu mücadele, sadece Cecilia’nın değil, manastırın içinde saklanan karanlığın da kaderini belirleyecektir. Kendini kurtarmak ve bu laneti sona erdirmek için cesaret ve iradesini sonuna kadar sınamak zorunda kalacaktır.